top of page

Çiviler



/ Bir yaylıyı çalar gibi bileğinin kıvrımı, ellerin, parmak uçların




Çiviler



- I -

Kıpkırmızı atlar koşuyor odanın ortasında

şişkin sağrılarına saplı çiviler sağa sola çarparak

camdan dışarı atlıyorlar kan revan

Burada olsan onları durdurabilirim

burada olsan susar şu divane davullar

yavaş ve ağrılı inen sağırlığa şükrediyorum şimdi


Duymasam ses hâlâ var mı, emin değilim

İçimde olduğunu tekrarlıyorum kendime

sevgiliye gerek yok öylece havada asılı durur aşk

ıssız bir yıldız gibi sırf kendisi için döner

beklemeye isyan ettikçe uzuyor bekleyiş

Resmine baka baka yüzün silindi çoktan

geriye kalan sadece gülüş, yüzsüz gülüşün

bazen sevecen, kâh alaycı, çoğu zaman vurdumduymaz

“Aradığınız kişiye ulaşılamıyor.” Kime edeyim şikâyet?

Beni bin kez kandırdın, bir daha kandır

Herhangi bir şeye ne olduğu fark etmez senden başka

herhangi bir şeye inanmak için krallığımı veririm


Aksak bir koltuk var, derin kazılmış yatak, çukur ayna, âma lamba

kapı duvar, etobur saksı bitkisi, cam kırıkları, kitaplar, haritalar yırtık


Gidilecek başka yer yok, bütün evren bu odadan ibaret.

- II -

Boğazımı tıkayan tutuk çığlığı

kendi suratıma tükürdüm kıpkırmızı

Bana şah damarımdan daha yakın

o paslı yarada mı saklanıyorsun?

Ne içersem içeyim susuzluğum geçmiyor

azalmıyor açlığım

çoktan vazgeçtim direnmekten, bin kez yenildim

Gel teslim al! Bundan böyle ismim Teslim

Gel yangını yangınla söndür

yana yana madde bitti, geriye kalan sadece ateş

Burada olsan arz azabı sona erer

burada olsan kalkar perdeleri örten perdeler

amansız inen körlüğe şükrediyorum şimdi


Herhangi bir şeyi ne olduğu fark etmez senden başka

herhangi bir şeyi görmek manasız

manzara asılsız ve eğreti

dikenli teller bakış alanını kaplayan

Uçmayı unutmuşum. Kanatlarım ol!

Diyemedim ya sana, artık ne desem boş

Tespih tanelerine bin kez söyledim ismini

telâffuz edebildiğime emin değilim, sırla kaplısın

çöz mührünü ağzının, bana mahrem bilgiyi öğret

Seni sımsıkı sardığımda, bir olduğumuzda, iç içe

yekpare suretimiz yılan gibi kıvrılırken

ölümü dirimden ayıran sınır çizgisinde

cesede can üfler nefesinin yalazı

ve teninin tadı cennetin tuzlu meyvesi

Meğer cennet bir âlem değil deneyimmiş

güzel bir düş gördüğümün düşünü gördüğüm

Çivilerin üzerinde yatmaktan farksız yalnızlık

söz sadece sarılacağız, yanıma uzanman için krallığımı veririm


Yastıktan yamaçlar var, kıyıda çarşaf gibi açıkta dalgalanan kumaşlar

deniz feneri karanlığa kılıç çeken, titreyerek girdaba batan kayık


Nerede uyanacağım belirsiz, bütün evren bu yataktan ibaret.

- III -


Ömür boyu sırtında taşır insan çarmıhı

Üç çiviyle tutturulmuş ruha beden: Açlık, acı ve haz

saymaya gerek yok, noksansız tasviri aşk

Çoktan kabullendim cezamı sevmeyi

bu son gelişim dünyaya ne olacaksa olsun

sensiz kaybolmadan yürüyeceğim

bir yol yok, geriye kalan sadece yokuş

Burada olsan yeryüzü şekilleri değişir

burada olsan kıpırdar terk edilmiş şehirler

yaklaşan vefakâr deliliğe şükrediyorum şimdi


Nerede başlayıp bittiğime emin değilim, bin kez bölündüm

Hayali bile lime lime ediyor hafızamı

bir yaylıyı çalar gibi bileğinin kıvrımı, ellerin, parmak uçların

genişleyip göğü kuşatan göğsün

Zaman kalp atışınla durur. Durur ve ilerler

Ritmik sesin hu çeker, hem ilahi hem vahşi

kendi figanımı işitmiyorum ki, ahengini bileyim

Hiç bilinmedik makamlar varmış

çırılçıplak çıkılıp daha çıplak inilen

benliği kurban etmedikçe ayinler boşuna

Anahtar kilitteyken aralanır Yasak Krallığın kapısı

O An'da olanı anlamaya

zihinler aciz, anlatan diller ahraz

sonsuza dair her zerre denizleri taşırır

Taştık ve döküldük. Hala dökülüyoruz

Sussam, konuşmasam, tek kelime söylemesem

herhangi bir şey ne olduğu fark etmez herhangi bir şey

düşünmesem, ne olur kafamı boynumdan ayır!

Fırlat gitsin, aklımda koşturan atlar durulsun

Tertemiz berrak gökyüzünde sahici ayların parladığı

ışığın ışığa benzediği, havanın havaya, suyun gerçek tadında

uçsuz bucaksız çayırlarda kana kana su içsinler

Kendilerini ağır sanan, aslında hafif, kuş kadar hafif atlar

alabildiğine koşsunlar ufka doğru çırpınmadan

rüzgârla sevişerek, uçarcasına. Kanatlarım ol!

Kanatlarım ol!

Kanatlarıım...

Kanat...

Özgür bir at için krallığımı veririm


Beton duvarlar var, boş sokaklar, kağıt yığınları, kül savuran acı ayaz

fasit merdiven, renksiz radyoaktif serpinti, cam kırıkları, zifir karanlık


Kıpkırmızı öp beni, bütün evren nefesinden ibaret.



- - - - - - -


Ocak 2017, İstanbul









bottom of page