top of page

Damat



/ Psikologu korkularıyla yüzleşmesini sağlık verirken kastettiği tam olarak bu değildi herhalde. Neşteri kendi kendine atması gerektiğini, kimsenin onun yerine yapamayacağını söylerken.









DAMAT


Uğultulu.

İçeri sızan akşam trafiği. Odanın duvarlarında kararsız kırmızı gölgeler. Kayan, kaybolan. Arabaları sollayıp geçen vapurlar başlarına üşüşen martılarla birlikte yirmi dakika sürmez karşıdalar. Pencereden karşı kıyıyı rahatça görebilir. Doğduğundan beri yaşadığı semti. Ama bakmıyor. Karanlıkta bekliyor. Kıpırdamadan ayakta. Cep telefonu çalmasa belki bütün gece öylece. Yere bırakmak istemediği paketleri koyacak uygun yer aranırken ısrarla çaldırdığına göre annesi olmalı. Kapatmadan önce mesaj atmalı ki merak etmesin. “Uçaktan yeni indim. Sabah toplantım var. Erken yatacağım.”


Kalın perdeyi sıkıca örtüp gece lambasını yakıyor. Beyaz pardösüyle odayı boydan boya adımlıyor. İki bölme ve kocaman yatak. Yürürken insana kendini ağır hissettiren halı. Yüzünü peçeyle kapatmış çıplak kadın tablosu. Oda gülkurusu tonlarında döşenmiş, temiz sayılır. Turistlerin tercih edeceği bir otel. Ve kendi şehrinde kaçamak yapanların.


Bilgisayarını evrakla dolu çantasının yanına kaldırıyor. Siyah paketi açacakken duraksıyor. Yırttığı ambalaj kâğıdına yeniden sarıp dolaba saklıyor. Bugüne kadar almaya cesaret edemediğini. En önemli aşamalardan birini satıcının soru işaretleriyle dolu bakışları karşısında soğukkanlılığını kaybetmemeyi başardığında atlatmış oldu. Daha zorlusu gecenin ilerleyen saatlerinde. Son anda fikrini değiştirmezse.


Saati durmuş. Hep geri kalır zaten. Kolundan çıkarttığı gibi çöpe atıyor. Köşede süklüm püklüm duran koltuğa çöküyor. Elleri boş kalınca titriyor mu? Saçıyla oynuyor. Şakaklarındaki yol yol beyazlamış tutamı yüzük parmağına dolayıp bırakıyor. Gözü kapı tarafında bir yerlere dalmış. İnci kolyesi elinde tespih. Bir, iki, … otuz sekiz, otuz dokuz. Dişler önemli. Bembeyaz olmalı. Sakalı olabilir ama bakımlıysa. Esmer sakalın çevrelediği ela gözler. İnsanın içini yakan. Geçen sene katıldığı günübirlik dağ yürüyüşü turunda. Kaç yaşındadır? Kendi akranı bir kız arkadaşı vardır kesin. Yurt dışına gidecekti. Dönmüş müdür? Dönse bile olmaz ki. Bu haldeyken olmaz. Unut gitsin. Bir türlü ısınamadığı nişanlı son şansıymış meğer. Dört yıl uzatmadan sonra ayrıldığı. Şimdi hayatındaki erkekler ya amiri ya memuru ya da akrabası. Okul arkadaşları çoktan çoluğa çocuğa karıştı. Psikologundan araba tamircisine hepsi evli. Sanki herkese neyin zamanının geldiğini hatırlatan alarm zilleri çaldı durdu da bir tek kendi duymadı bunca yıl.


Topuklu ayakkabıları çıkartmayı neden sonra akıl ediyor. Yere basmak istemese de başka seçeneği yok. Bir duş alsa kendine gelecek. Ama yerinden kalkacak gücü nereden bulacak? Bu kadar açken.


“Oda servisi rica ediyorum. Yiyecek bir şeyler gönderebilir misiniz lütfen?”

“Kusura bakmayın. Mutfağımız kapandı.”

“Saat o kadar geçti mi? Henüz tek lokma girmedi ağzıma.”

“Balayı süitindesiniz, değil mi?”

“Hayır, 309’dayım.”

“Tamam, işte. Balayı süiti. Meryem Hanım?”

“Kim? Haa, evet. Benim.”

“Elmaya ne dersiniz.”

“Elma mı?”

“Evet, odanızda bir elma olacaktı.”

“Nerede dediniz?”

“Masanın üstünde.”

“Aa, tabağın içinde gerçekten varmış. Dikkat etmedim.”

“Üzerinde etiket var mı?”

“Evet, var.”

“Ne yazıyor?”

“Granny Smith.”

“Sizce bir elmaya etiket yapıştırılması doğal mı hanımefendi?”

“Anlamadım.”

“Çıkartın o etiketi. Sonra bir güzel ısırın. Afiyetle yiyin.”

“Ben kimle görüşüyorum?”

“Bu öykünün yazarıyla. Ama bu son söylediğimi hatırlamayacaksınız. Telefonu kapattıktan sonra, ne tuhaf insanlar var, diye düşünüp planınızı uygulamaya devam edeceksiniz. Ve elbette elmayı iyice yıkamadan yemeyeceksiniz.”


Telefonu kapattıktan sonra, ne tuhaf insanlar var, diye içinden geçirse de oyalanmıyor. Kimsenin deliliğini kafasına takacak durumda değil bu gece.


Duştan çıkınca paketleri açıyor. Anneannesinin altına serdikleri gibi hasta bezlerini yatağın üstüne yayıyor. Boşluk bırakmadan tamamen kaplayacak şekilde. Odanın içinde sırtından kurulmuşçasına gidip gelerek hazırlıkları yapıyor. Koltukta otururken defalarca gözünde canlandırdığı sırayla. Kendine vazgeçecek süre tanımadan. Bir an dursa, düşünse bırakıp kaçabilir. Ama artık böyle yaşamaya katlanamaz. İğne olması gerektiğinde aldığı sakinleştirici haplardan yutuyor. Acı çekeceğini aklına getirmemeye çalışarak. Ağzına bir hap daha atıyor.


Psikologu korkularıyla yüzleşmesini sağlık verirken kastettiği tam olarak bu değildi herhalde. Neşteri kendi kendine atması gerektiğini, kimsenin onun yerine yapamayacağını söylerken. Ama ona anlatmak zorunda değil. Terapiye devam etmeye niyeti yok.


Paketi açarken temkinli. Kutudan yavaşça çıkartıyor. Patlamaya hazır bir silahı tutar gibi zar zor. Yatağa çırılçıplak uzandığında yüzü bembeyaz. Karnına saplanan kramp nefesini kesmiş. Gözleri tavandaki lekede sabitlenmiş. Üzerinde esmer gölge. Sakalla çevrili dudaklar göğsünde dolaşıyor. Dişleri canını yakabilir mi? Gülüşü yabani. Bakışları kapkara, elleri hoyrat. Elleri nasıldı hatırlamıyor. İşe yaramıyor. Kaskatı bekleyiş. Sonra derin bir nefes. Düğmesine basıp çalıştırıyor. Titreşimli...


- - - - - - -




Ekim 2010, Nancy




bottom of page