top of page

Bir Yaz Akşamı Meğer Beyhan




/ Milattan önce demir atmış ketum bir adaya bakıyor ve neden adanın yüzünü bir türlü ona dönmediğine anlam veremiyordur. Bin bir gece masalları gibi iç içe ve içinden çıkılmaz fikirler aramakla meşguldür kitaplardan oluşan bir labirentte.






BİR YAZ AKŞAMI MEĞER BEYHAN


Ben Beyhan değilim. Bu akşam hiç öyle hissetmiyorum. Yani Beyhan’mış gibi. Ya da herhangi biriymiş gibi. Kendimi, yazın gazabıyla cayır cayır yanan şehrin bütün sakinlerine ithaf ediyorum. En çok da ona. Tabii, eğer kapıyı açarsa.


Bahar başlarken, “Bitti,” yazmıştım. “Bazı şeyler mesajla söylenmez,” diye yanıtlamıştı. Aylar süren karşılıklı sessizlikten sonra bu akşam ofisten çıkmadan yeni bir tane attım. “Sekiz buçuk.”


Her yanım nemden sırılsıklam ve kurt gibi açım. Uzayan gökdelen gölgelerinin arasından ağır çekimde kayıyorum. Tepemde yabani bir kuş takip ediyor. Yolunu kaybettiğinden değil, gözlerini ödünç vermek için. Kuş bakışlarını. Asfaltın üzerinde sıvılaşmış havayı soluyabildiğime göre pekâlâ balık da sayılırım ve dünyadan Gümüşsuyu’na doğru giden bir taksinin arka koltuğunda sigara tüttürüyorum. Neyse ki, şoför de içiyor. Pür dikkat haberleri dinliyor. Kaldırıma sığmayan kalabalık cadde boyunca yürüyor. Aynı yöne. Çıplak kolumu açık pencereye dayıyorum. Bu akşam kollarım sadece benim değil. Benden çok yaz mevsimine aitler. Hararete rağmen şehirde kalanlara.


Sakalları uzadıysa canı sıkkın demektir. Ben gelmeden önce bulaşıkları yıkamış, küllükleri boşaltmış, etrafı toplamış. Sofrayı kurmasını beklerken balkona çıkacağım. Güneş, çatıların arkasında kerhen batacak. Boğazdan hafifçe esmeye başlayacak. İki yakaya selam çakan bir şilebin tok sesi fonu tamamlayacak. Sovyet Birliğinden kalma votkayı küçük bardaklara dökecek. Sek. Keyfi yerine gelince ya Rus Şairlerden aşk dizeleri okuyacak ya da uzanıp dudaklarımı öpecek.


Öpsün isterdim. O susardı.


Tabakların üzerinden atıştırırken, “Yeni mezun bir eleman verdiler yanıma,” diyorum. Çatalla patlıcan ezmeye devam ediyor. Sırtı dönükken delikanlı gibi duruyor hâlâ. Kitabın arasında gül yaprakları kurutmuş. Kim bilir hangi eski sevgiliye? “Çocukta bir haller var. Bana âşık mı oldu ne?” Küpelerimi çıkarıp sehpaya bırakıyorum. “Giderken unutma,” diyor gözünün ucuyla bakarak. Ocakta döküm tava kızıyor. Etleri tavaya dizmeden önce zeytinyağı ve kekikle güzelce ovuyor. Yiyeceği ete gösterdiği özeni kıskanmamak elde değil. “Herhalde annesine düşkündür.” “Kim?” diye soruyor kayıtsızca. Anladı anlayacağını. Benzer hikâyeleri farklı ağızlardan duymaktan sıkılmış. Dön dolaş aynı heyecanlar. Herkes, sırası geldikçe.


Bir keresinde yan yana uzanırken sanki kendi kendine konuşuyordu. “Dışarıda, yaşını başını almış biriyle göz göze geldiğimde bir sırrı paylaşıyormuşuz gibi geliyor. Gençlerin bilmediği, bilemeyeceği. Biz dönerken onlar gidiyor. Durdurup sarsmak, o yol bir yere varmıyor, demek geliyor içimden.” “Hangi yol bir yere varıyor?” diye sormuştum gerçekten merakla. “Hiçbiri,” demişti sırf umudumu kırmak için.


Böyle akşamlar aşk bir buket çiçek gibi kokar. Çürümüş ve çöpe atılmış, yine de çiçek işte. Bu lafı bir filmde duymuşsundur kesin, diye omuz silkecek. Kucağındaki kediyi uzun uzun okşayacak bana nispet. Yeni elbisemi görmezden gelecek. Bacak bacak üstüne atana dek. Oysa bu akşam bacaklarım yalnız bana ait değil. Arzu her kimde vücut buluyorsa. Kim karşı duruyorsa boşuna.


“Polis barikat kurmuş,” diyor taksi şoförü, “daha ileri gidemiyoruz."


Saat dokuzu geçmiş. Kapıda ne kadar bekleyeceğim? Paspasın üstünde sabahlasam, aralıksız zile bassam, var gücümle yumruklasam, camları taşlayıp rezalet çıkarsam da açılmayacak. Belki de çoktan gitti. Belki telefonun çekmediği ıssız bir Ege koyundadır şu an. Milattan önce demir atmış ketum bir adaya bakıyor ve neden adanın yüzünü bir türlü ona dönmediğine anlam veremiyordur. Bin bir gece masalları gibi iç içe ve içinden çıkılmaz fikirler aramakla meşguldür kitaplardan oluşan bir labirentte. O düşünedursun, az ötedeki meydanda devasa bir şenlik ateşi yakılıyor. Bu kez alevler her yanı sarabilir. Dünyanın bütün sokaklarını.


“İsterseniz geri dönelim.” Şoför dikiz aynasında kararımı bekliyor. Ortalık toz duman. Gece göğünde kızıl fişekler patlıyor. Korkudan eser yok ama korkmayan ben değilim. Bu denli canlı hisseden ben olamam. Ben diye bir şey kalmadı. Buharlaşıp havadaki buğuya karıştı. Buram buram arzu yüklü buğuya.


Topuklu ayakkabımı çıkarıp yokuşu koşar adım tırmanan gruba katılıyorum. Gonca güllerden bükülmüş taçlar takmışlar. Alınlarına dikenler batıyor. İnceden sızan kana aldırış etmeden şarkı söylüyorlar. Zamansız bir ahenk içinde. Yukarılarda kuşlar görünmez çizgiler boyunca kıtaları aşıyor. Balık sürüleri boğazdan açık denizlere doğru yüzüyor. Bağzı şeyleri durdurmak mümkün değil.



- - - - - - -





Haziran 2013, İstanbul



Ocak 2015, Sarnıç Edebiyat Dergisi

21. Sayısında Yayınlanmıştır





bottom of page